Dini İletişimde Üslûp

 

   Yüce dinimiz İslâmiyet’in temel kaynakları Kur’an ve Sünnettir. Kur’an-ı Kerim Allah kelâmı olup Hz.Peygamber (s.a.v)’e Cebrâil (as) vasıtasıyla inzâl buyurulmuştur, dinimizin ana kaynağıdır. Sünnet ise, Hz.Peygamber (s.a.v)’in
kendisine nâzil olan Kur’an âyetlerini beyân edip açıkladığı sözleri ve filleri ve takrirleri(onaylamaları) olup, bu âyetlerin nasıl anlaşılıp yaşanacağını gösterir. Her Müslümanın tek bir amacı vardır ki o da, yüce rabbine karşı “kul” olma görevini hakkıyla yerine getirebilmektir. Bunu nasıl yapacaktır? İşte o da, dini tebliğ eden  Hz.Peygamber(s.a.v)’in açıklayıp gösterdiği şekilde olacaktır. Kulluk görevinin hakkın yerine getirilebilmede iki önemli nokta nulunmaktadır:

a. Kur’an’ı anlamak için Sünneti öğrenmenin gerekliliği
b. Din’in Sünnetin öğrettiği şekilde yaşanması

    Böylece din, aslına uygun olarak doğru bir şekilde anlaşılacak ve pratik hayatta uygulanacaktır. Yani temel sorun, “anlama” sorunudur. Bu sorunun giderilmesi için de dinin temel kaynakları ile sağlıklı bir iletişimin kurulmasına ihtiyaç vardır. Bu iletişim bireysel planda, mü’minin kendi kişiliğini, “müslüman” kimliğini oluşturmaya yönelik olduğu gibi, bunun bir üst noktası olarak toplumsal planda, sâhip olunan “değer”lerin birlikte paylaşılması ve hayata geçirilmesine yönelik bir dâvete, tebliğe de yönelik olması da gerekmektedir. “emri bi’l-mâruf” görevi, her müslüman için bir mükellefiyettir. İletişimi sağlayan “dil/üslûp”dir. Bir anlama aracı olarak kullanılan dil ve o dilin kullanım biçimi, iletişimde son derece önemlidir. Bunun içindir ki Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İnsanların seviyelerine göre davranın”2 “İnsanların akıl ve anlayış seviyelerine göre konuşun.”3 ; “Biriniz bir topluluğa onların anlayamayacağı bir söz söyler de bu söz onlar için fitneye sebep olur.”4

    Dini tebliğ ve irşadda de üç öge bulunur; bu üç ögenin birbiriyle uyum içinde olması ve bir bütünlük arzetmesi esastır. Bu üç öge: 

   a.Tebliğ eden (Dâvetçi):
   Tebliğ/dâvet, müminlerin hayat içinde temel bir kulluk vazifesidir. Her mü’min bu vazifeyi/sorumluluğu “emr-i bil mâruf” gereği yerine getirmekle mükelleftir. Dini tebliğ ve irşad mükellefiyetinin yerine getirilmesinde, bu dâvetin gerektirdiği tüm özelliklere sâhip olunmasının yanında, özellikle dâvet ve irşâdda “dil ve üslûp güzelliğine” de dikkat edilmesi gerekmektedir. Aslında bu nitelik, “müslüman” olmanın gerektirdiği bir niteliktir. Çünkü “müslüman dâima ‘hüsnü hâl’ üzeredir”. Bir de buna, inanmış olduğu hakikatleri bir başkasıyla paylaşma, dâvette ve irşadda bulunma eklenirse, sâhip olunan güzel hasletlerine daha fazla îtina göstermek gerekecektir. Çünkü burada, bir başka görev daha yüklenmiş olunmaktadır ki o da “temsil” görevidir. Zira müslüman, müslüman olmanın gerektirdiği özellikleri en güzel bir şekilde üzerinde bulundurma gayreti içindedir.  Yazının Tamamı(pdf)